11 Ekim 2010 Pazartesi

Gömelim Seni Beyaz Perdeye Desek; SIĞMAZSIN !


Bir yönetmenin hayat hikayesini paylaşacağım aşağıda sizlerle.
Ama çok farklı bir yönetmenin.
Ne bu işin okulunu okumuş,ne bu işle ilgili en ufak bir eğitim almış,ne sinemaya yapmaya elverişli ortamlarda bulunmuş, ne sinema için gerekli materyallere sahip olmuş ne de öyle stüdyolara girip çıkmış.
Bu insan sadece HAYAL ETMİŞ.Hem de çocukluğundan beri.
HAYAL ETMİŞ,
ÇOK İSTEMİŞ,
HAYALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞMUŞ,
YILMAMIŞ...
Lafı fazla uzatmadan bu ustayı çok saygı değer Ahmet ULUÇAY'I anlatmaya başlayayım...
 Takvimler 2 aralık 1954'ü gösterirken Kütahya'nın Tavşanlı ilçesine bağlı Tepecik beldesinde doğar.Zaten yaşamının büyük kısmını(hatta tamamını) da burada geçirir.
Sinemayı ; 1960 yılında köye gelen seyyar bir sinemacı sayesinde tanır.Hayatının geri kalanında artık,her gece yatağa girişinde giderek büyüyen sinema tutkusunu gerçekleştirmek için uğraşacaktır.
Daha 12 yaşındayken İsmail MUTLU adlı bir arkadaşı/hayaldaşıyla sinema makinesi yapmak için kolları sıvar.3 yıllık yoğun uğraşlar sonucunda bir ahırda köylülere film göstermeye başlarlar.
Sinema çöplüklerinden film toplayıp,kareleri birbirine ekler , birkaç saniyelik görüntü elde ederek, köyün bir ahırında dağları denizleri ve ormanı seyreder ve seyrettirir.
Ailesi ; '' Sinema  ve resim gibi işler zengin çocukların işidir.'' diyerek bu tutkusunun önüne geçmek ister fakat sadece ister çünkü hiç bir şey  bu dehanın tutkusunun önüne geçemez.
Kamyon muavinliği ve inşat işçiliği yapan bu dehayı vazgeçirmek asla mümkün olmamıştır.
Zamanla sinema makinesi yaparak bu işin mümkün olmayacağını anlarlar.Almanya'da yaşayan gurbetçi bir vatandaş bir gün onlara bir kamera gösterir.Çok kötü bir kameradır ancan bin bir güçlükle de olsa kamerayı alırlar.
Köyde tavukçulukla uğraşan arkadaşı/hayaldaşı İsmail MUTLU ve bir maden işletmesinde işçi olarak çalışan Şerif AKARSU ile 'Tepecik köyü arkadaş sinema grubu' nu oluştururlar.
VHS kamera ile işe koyulurlar.Kameranın aküsü olmadığı için sadece elektrik olan yerlerde çalışmak zorundadırlar.
1992 yılında ilk filmlerini çekerler.Filmin kurgusu İsmail MUTLU'ya aittir.Optik düşler isimli filmde ki mezarlık sahnesini, köy odasındaki oluşturdukları dekorla çekerler.
Filmi birilerinin izlemesi gerektiğini düşünürler.Filmi, İsmail MUTLU ile Anadolu Üniversitesi'ne bağlı sinema bölümüne götüren ULUÇAY ilk gösterisini şöyle anlatır :
''Bizi dekana çıkardılar.Dekan ,Prof.Dr.  Dursun Gökdağ bizi görünce ve dinleyince şaşırdı.Herhalde köy düğünü çekip getirdiğimizi düşündü.Ama yine de salonu hazırlattı.Filmi seyrettikten sonra da şaşkınlığını gizleyemedi.Filmi İsmail kurguluyordu.Eğer sinemaya devam etseydi bugün en iyi görüntü yönetmenlerinden biri olurdu.''
Her iki film de 1994 yılında seyirciyle buluşur ve festivallerden ödüllerle döner.İlk kez 1994 yılında 6.Uluslararası Ankara Film Festivali'ne katılarak Optik Düşler ve Koltuk Değneklerinden Kanat yapmak isimli filmleriyle tanınır.Beyin tümörü nedeniyle tedavi gördüğü hastanede 30 kasım 2009 tarihinde yaşama veda eder...
ULUÇAY 11 filmiyle 22 ödül kazanır.
Kaza (2007)
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (2002)
Exorcist (2000)
Uzun Metrajın Resmi (1999)
Epilectic Film (1998)
Bizim Köyde Bayram Sabahı (1998)
İnci Denizin Dibinde (1996)
Minyatür Kozmosta Rüya (1995)
Bizim Köyün Orta Yeri Sinema (1995)
Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak (1994)
Optik Düşler (1993)



Kendi Ağzından Dökülenler:
Ne derlerse desinler ben AHMET'İM

Büyüyemedim. Çocuklarla çalışıyorum. Filmlerimde onlara eğiliyorum. 
Bütün sanatçılar çocuktur. Çocuk kalmalıdır.
 
Bir söz vardır, 'insan yedi yaşına kadar ne biriktirirse onu yaşarmış' diye. Ben de yedi yaşıma kadar ne biriktirdimse onları yaşıyorum.
 
Sinemasız yaşayamam. Bu anlamda iyi sinema yapmaya çalışıyorum.
Evcilik oynar gibi film yapıyorum. Entelektüel olmaya çalışmıyorum. Sinema yaparken bildiklerimi de unutuyorum.

Yaptığım işi çok seviyorum. Kendimi başkalarıyla kıyaslamıyorum. 

Dünyanın en güzel filmlerini ben çekiyorum. Buna inanıyorum ve dünyanın en güzel filmlerini yine ben çekeceğim.

Hayata giremiyorum. Bir uyumsuzluğum var.
 Benim için sinema bir tapınak, sinema perdesi ise mihraptır.
90 dakikalık da kısa film olur
bu odulu karima armagan ediyorum, cunku gercek yonetmen o, ben sadece sinema yapmak icin onu buradaki insanlarin asla bilemeyecegi yoksulluklara ittim ama o hep benimle oldu
belli bir yetenek gerektirmeyen fiziksel işlerde çalıştım hep.. o yüzden hastalandım.. hep aklımda filmler vardı.. kısa filmlerimle ödüller aldiktan sonra ezel akayile tanıştım.. beni tanıdığına pişman oldu galiba.! uzun metrajlı film yapmak için onu ikna etmeye çalıştım.. ısrarlarımdan etkilenmiş olacak ki bana senaryoyu yaz dedi.. iki yıl boyunca senaryoyu yazamadım.. bir yerde takıldı kaldı.. bir gün ezel akay beni aradı senaryo hazır mı dedi.. hazır değildi ama hazır dedim.. iki gün içinde senaryoyu bitirdim.. karpuz kabugundan gemiler yapmak filminden daha iyi film yapamamak düşüncesi beni endişelendiriyor..

eskiden sanatçılar olmadan dünya dönmez sanırdı.. şimdi düşünüyorum ki bir ressam resim yapmasa, ben film çekmesem dünyada birşeyler değişmez..

Karpuz kabuğundan gemi değil,Titanik bile yaparsın.Para değil yürek meselesi...


Böyle bir ustayı böyle bir dehayı kaybetmek maalesef çok acı.Evet ULUÇAY sinema ile ilgili hiç bir eğitim almamış.Alaylı, hatta alaylı nın da alaylısı.Kamyon müavinliği inşaat işçiliği yapmış.Ama  hayal etmiş, hayal sınırlarını zorlamış, küçücük bir köy odasında mezarlık sahnesi yaratmış, ince bir çöpe midye kabukları dizerek dinazor iskeleti oluşturmuş...
Bütçesi milyar dolarlar olan , milyon dolar gişe yapan dünyanın herhangi bir yerinde ki hangi film, bir karpuz kabuğundan gemiler yapmak kadar ya a ULUÇAY'ın diğer filmleri kadar  emek kokabilir, samimi olabilir, bizden olabilir, bizi anlatabilir,duygusuyla bizi boğabilir ve kucaklayabilir ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder